Dil VE Anlatım HOŞGELDİN...!

ATATÜRK’ÜN ÜÇ AYRI DİL ANLAYIŞI

Yavuz Bülent BÂKİLER
 
Atatürk’ün 1930–1938 yılları arasında üç ayrı Türkçe anlayışı oldu.

Ben Türkçe konusunda pek çok şehrimizde, çeşitli üniversitelerimizde konuştum. Çıktığım her kürsüde, yaşayan, canlı ve zengin bir Türkçe’ye taraftar olduğumu söyledim. Düşüncelerime karşı çıkan öğretmenlerle üniversite öğrencileriyle öğretim üyeleri zaman zaman tartışmak mecburiyetinde kaldım. Gördüm ki muterizlerin ortak gerekçeleri, Atatürk tarafından söylenmiş bir cümledir:

“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır!”

Atatürk bu cümleyi 2 Eylül 1930 yılında söylemiş.

Prof. Dr. Sadri Maksudî Arsal’ın, 495 sayfalık TÜRK DİLİ İÇİN isimli kitabına bir önsüz yazmış. Atatürk, bu önsüz dolayısıyla demiş ki:

“Milli His ile dil arasında bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır!” 2.9.1930 Gazi Mustafa Kemal

Dikkat edilirse bu önsözde kırk dört kelime vardır. Acaba Atatürk bu kırk dört kelimelik önsözde, dilini, yabancı kelimelerden kurtarabilmiş midir? Hayır! Kurtaramamıştır. Çünkü Atatürk’ün bu yazısında:

Millî-his-kuvvet ve zengin-inkişaf-müessir-şuur- istiklâl-millet gibi kelimeler bulunmaktadır. Buna gazi, Mustafa-Kemal isimlerini de ilave edebiliriz.

Atatürk, bu önsözü yazdığı 1990 yılında, bugünkü Türk Dil Kurumu’nun çekirdeği olan Türk Dilini Tetkik Cemiyeti’ni daha kurmamıştır. Atatürk o cemiyeti 1932 yılında kurdu ve 1934 yılına kadar zaman zaman çalışmaların başında bulundu.

 
1- 1932 yılından 1934 yılına kadar, Atatürk, tamamen tasfiyeci bir anlayışla hareket etti. Yani Türkçe’mize giren fakat zamanla tamamen Türkçeleşen bütün kelimelerin dilimizden çıkarılıp atılmasını emretti. Böylece dilimizin, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulmasını istedi.

Atatürk’ün çok yakın çevresinde bulunan Falih Rıfkı Atay meşhur ÇANKAYA isimli kitabında diyor ki: “Şey kelimesini bile Arapçadır gerekçesiyle yasaklamıştı. Ben kolay yazan bir kimseyim. Kendi sütunumda çıkan yazılarıma yarım saatten veya kırk dakikadan fazla zaman ayırdığımı hatırlamıyorum. Fakat Atatürk’ün bu emrinden sonra, yarım sütunluk bir yazı için, bir masa başında saatlerce dönüp dolaştığım çok olmuştur.”

“Bir gece, Çankaya’da, İçişleri Bakanımız Şükrü Kaya, tamamen öztürkçe kelimelerle yazılmış bir nutuk okudu. Hiçbir şey anlamadık. Sanki Orta Asya’dan çıkıp gelen ve kekeleyen bir Türk’le karşı karşıya idik. Toplantıdan sonra Atatürk’ün yanına yaklaştım:

'Efendim dedim. Anadolu mezarlıklarında milyonlarca ölümsüz yatıyor. Bir mucize olsa da bu insanları canlandırabilsek, bize ilk söyleyecekleri kelime şey olacaktır. Şey kelimesi Arapça’dan gelmesine rağmen o kadar Türkçeleşmiş bir kelimedir!' Atatürk beni dinledikten sonra dedi ki:

— Çocuk! Dili bir çıkmaza saplamışızdır. Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır! Bırakmazlar! Ben de bu işi, başkalarına bırakmam. Dilimizi bu çıkmazdan biz kurtarmalıyız!

—Atatürk, 1935 yılında, dilde tasfiyecilik zihniyetinden tamamen vazgeçti. Nitekim 26 Eylül 1934 tarihinde çektiği bir telgraftaki Türkçe, 1937 yılında çektiği telgrafta değişmiştir. Örnekler aynen şöyledir:

“Dil bayramından ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Özeğinden ulusal kurumlarından birçok kutun bitikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlarım.” 26 Eylül 1934

“Dil bayramı münasebetiyle, Türk Dil Kurumunun hakkımdaki duygularını bildiren telgraflarından çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakiyetlerinizin temadisini dilerim.” 27 Eylül 1934

 
2- Atatürk, 1935 yılında yeni bir dil anlayışını benimsedi. Bu, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem’lerin 1912 yılında, Selanik’te çıkardıkları Genç Kalemler Mecmuasında ileri sürdükleri: “Türkçeleşen kelimeler Türkçedir” görüşüydü. Nitekim dilde tasfiyecilik hareketiyle Atatürk’ün yasakladığı kelimeler, 1935 yılıyla birlikte, dilimizde yeniden yaşamaya başladılar.

3- Atatürk’ün üçüncü dil anlayışı: Güneş Dil Nazariyesiyle ortaya çıktı. Güneş-Dil Nazariyesi 1935 yılından 1940 yılına kadar Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde ders olarak okutuldu. Güneş-Dil Nazariyesinin dayandığı üç önemli temel vardır:

a) Dünya’ya gelen veya yaratılan ilk insan Türk’tür.
b) İlk lisan Türkçedir.
c) Bütün Dünya dilleri Türkçe’den doğmuşlardır.

Bu düşüncelerle yazılan ve Dil ve Tarih ve Coğrafya fakültesinde okutulan kitaplardan, üçünün isimleri şöyle:

• Güneş-Dil Teorisine Göre Dil Tetkikleri- Prof. Hasan Reşit Tankut (1936)
• Güneş-Dil Teorisi Üzerine Ders Notları- Abdülkadir İnan (1936)
• Türk Tarih Tezinde Güneş-Dil Teorisinde Yeri ve Önemi.- Prof. Dr. İ. Necmi Dilmen (1937)

Ben bu kitapları okuduktan sonra, Ankara’da Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun evine gittim. Hisar dergisi adına, kendisiyle konuştum. Bana anlattıklarının büyük bir bölümü, derginin 1966 yılı Kasım sayısında çıktı. Yalnız, Güneş-Dil Teorisiyle ilgili sözlerini kat’iyyen yazmamamı istedi. Yazarsam, koca Yakup Kadri konuşmamızı tekzib edeceğini söyledi. Atatürk’ün ölümü üzerinden 28 yıl geçmişti. Ama gördüm ki Yakup Kadri bazı gerçekleri söylemekten hâlâ çok korkmaktaydı.

Ben, kendisine sormuştum:
- Efendim! Güneş-Dil Nazariyesi hakkında düşündüklerinizi bahşeder misiniz? Demiştim.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bu soruma şöyle cevap vermişti:
- Bizi, bütün dünya milletleri önünde çıkmazlara sokan, perişan eden bir nazariyedir.

1935 yılında, bizim Basın-Yayın Genel Müdürümüz olan Vedat Nedim Tör, birgün bana telefon açtı. Dedi ki: Yakup Avusturya’dan bir dilci gelmiş. İsmi Kıvarniç. Bu adamın Türk dili üzerine çok dikkat çekici iddiaları var. Kendisi bu iddialarını yazılı olarak Gazi Paşa’ya göndermiş ama cevap alamamış. Merak ediyor: Acaba eline geçti mi; geçmedi mi diye. İstiyor ki, görüşlerini bir de kendisi Atatürk’e anlatsın. Sen Gazi’nin yakınlarındansın. Bu adamı Köşk’e çıkarır mısın?

Vedat Nedim’in telefonundan sonra, Kıvarniç’i bir de ben dinledim. Anlattıkları Atatürk’ün çok hoşuna gidecek şeylerdi. Alıp Köşke çıkardım. Kıvarniç görüşlerini Atatürk’e şöyle anlattı:

— Gazi Hazretleri! İlk insan Güneşi gördüğü zaman, Türkçe’nin ilk sesli harfi olan (A)yı çıkardı (A) dedi. Güneş battığında hayretini (A!A!) (A!A!) diye ifade etti. Nitekim şimdi bütün insanlar hayretlerini (A!A!) diye açıklıyorlar.

— Bu insan, bir şey öğrenmek veya merakını gidermek için (E?) dedi. Nitekim şimdi de bütün Türkler: Peki? Sonra? Devam et! Anlat hele! Demeden (E?) diyorlar. (E) sesli harfi ilk insanın merak saikiyle çıkardığı sestir.

Sonra bu insan, bir canavarla karşılaşıp korkunca (o) sesli harfini çıkardı. Canavardan daha çok korkunca o! o! o! Veya (oooo!) dedi. İlk insan uzaklık anlayışını (u) seslisiyle ifade etti. Türkçe’de (uuuu!) çok uzak veya imkânsız anlamındadır.

Yine ilk insan Güneş ve çeşitli tabiat hadiseleri karşısında Türkçe’deki (ı), (i), (ö), (ü) seslilerini çıkarmaya başladı.

İlk insanın bulduğu ve çıkardığı ilk hece (AĞ)dır. (AĞ) hem Güneş demektir hem de (beyaz) anlamında bir kelimedir. Sonra bu insan başka heceler buldu. Türk dili önce kısa heceli kelimelerle doğdu, İlk insan (A) seslisinin yanına (T) sessizini getirerek At dedi. At! At! At! (O) ile (T)yi çarparak OT’u, (i) ile (ç)yi birleştirerek (iç)i buldu.

İlk insan AĞ+AN+AG+AK heceleriyle önce: AĞANAĞAK dedi sonra bu kelimeye iki hece daha ekledi AĞANAĞAK+AN+AĞ. Zamanla baştaki AĞ hecesi düştü: ANAĞAK+AR+AĞ kaldı. Kelime ANAĞAKAĞ oldu. ANAĞAKARAG ise zamanla ANKARA oldu.

Baykal Gölü’nün batısından Ankara’ya göçen Türkler, bulundukları bölgeye ANKARA adını verdiler. (*)

Kıvarniç’in açıklamaları Atatürk’ü çok heyecanlandırdı ve sevindirdi. O zaman Atatürk, etrafındakilere emir verdi. “Bütün Dünya dillerinin Türkçeden doğduğuna dair araştırmalar yapıp eserler yazacaksınız!” dedi.

Prof. Dr. Naim Hâzım Onat, Arapça’nın Türkçeden doğduğuna dair 495 sayfalık bir kitap yazdı.
Sonra bazı kişiler, bazı yakıştırmalarda bulundular. Efendim Fravun kelimesinin aslı Burun imiş. Burun nasıl insanın yüzünde ve önünde bulunuyorsa, insanların önünde bulunan kişiye de önce Burun denilmiş, burun zamanda Fravun olmuş.

Afrodit kelimesi, Avrat kelimesinden, Apollon kelimesi Akoğlan’dan geliyormuş. Amazon’dan geçen eski Türkler (Amma da uzun) demişler. Amma da uzun zamanla Amazon olmuş. Daha bir sürü böyle uydurmalar…

Ben bu Güneş- Dil Nazariyesine kat’iyyen inanmadım. Nitekim İsmet İnönü de bu nazariyeyi, gayri ciddi, gayri ilmî bulduğu için, 1940 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde okutulmasını yasakladı.
Ama sakın bu söylediklerimi yazmayın! Yoksa tekzib ederim!”

Falih Rıfkı Atay, Karaosmanoğlu’ndan daha yürekli, daha cesur bir yazarımızdır. ÇANKAYA isimli meşhur eserinin 479. sayfasında aynen şöyle yazıyor: “Ben bu teoriye hiçbir zaman inanmamıştım. Atatürk’ün maksadı, birçok yabancı kelimelerin Türkçe olduğunu isbat ettirerek, Türk lügatını, Dünyanın en zengin lügâtlarından biri hâline getirmekti. Yazık ki, son dil çalışmaları da, Atatürk’ün eşsiz ve hayret verici sağduyusunu hayli zedeleyen hastalık buhranlarına rastladı.” (**)

(*) ANKARA kelimesinin yukarıda açıklandığı gibi meydana geldiğini H. Reşit Tankut da Güneş Dil Teorisine göre Dil Tetkikleri isimli ders kitabının 38/39/40. sayfalarında aynen böyle açıklamaktadır.

(**) Ben, Sivas’ta Fikret Polater ağabeğimizden dinlemiştim. Demişti ki: “Atatürk 1937 yılında Sivas’a geldi. Biz geometri dersindeydik. Hoca tahtaya bir paralel çizmiş yukarıdan aşağıya eğik bir çizgi indirmiş, meydana gelen içbükey, dışbükey açıların birbirine eşit olduğunu anlatıyor, paralel’in lâtince bir kelime olduğunu söylüyordu. O esnada Atatürk derse girdi. Bir süre dersi dinledi. Sonra tahta başına geçerek bize anlattı ki paralel kelimesinin aslı, Türkçe olan barabar/beraber kelimesidir. Batılıların Bülten kelimeleri de bizim BELLETEN kelimemizden yapılmıştır.”
 
Bugün 21 ziyaretçi (43 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol