TÜRKÇE, DİLE DÜŞTÜĞÜNDE NASIL DÜŞER?
Dücane CÜNDİOĞLU
Kişi, gerçek anlamıyla ancak kendi anadilinde düşünür; düşecek olan, kişiye, evet sadece kendi anadili aracılığıyla düşer. Sadece düşünceleri mi? Düşleri de, düşerse, kişiye anadilinin gücü ölçüsünde düşer.
Hiç kuşku yok ki anadilini iyi bilmeyen, anadiliyle düşünemeyen ciddi bir düşünür tasavvur edemeyiz. Leibniz bile eserlerini Fransızca yazıyor, ama herşeyden evvel Almanca düşünüyordu. Sartre Almanca düşünmeyi, Fransızca yazmayı denedi ama beceremediği için ömrü boyunca Fransızca düşünmekten başkası gelmedi elinden.
Bugün Türk Düşüncesi'nin en önemli açmazı; mensuplarının Türkçe düşünmeden Türkçe yazmaya kalkışması.
Peki, olan nedir?
Olan, basitçe, şu: İngilizce, Fransızca, hatta Almanca düşünüyor ve güya Türkçe yazıyoruz.
Yabancı sözcüklerin kullanılıyor olmasını kasdetmiyorum. Bu, en nihayet sözcük düzeyinde, dil düzeyinde bir yabancılaşma. Mesele ve problem sözcükleri Türkçe kökenli değil. Türkçesi: sorun.
Peki ya sorunsal? Sözcüğün kendisini bir kenara bırakıp bu sözcüğün kavramı hakkında düşündüğünüzde zihninize ne düşüyor? Bu sözcük sayesinde zihniniz hangi kavrama yol buluyor? Çaresiz, 'sorunsal'ın yanına 'problematik' sözcüğünü getirecek ve fakat yine de kavramından mahrum olduğunuzu -hem de iliklerinize kadar- hissedeceksiniz.
Epistemoloji... Rıza Tevfik, yaklaşık bir asır önce bu terimi “mebhas-ı marifet” diye Türkçe'ye çevirmişti. Ne aslı, ne yakıştırması tutmadı. Hâlâ epistemoloji demeyi marifet biliyoruz.
Etik... Birileri çıkıyor “Basın etiği” gibi terkibler kullanıyor; hatta “Bu hiç de etik değil” demekten kaçınmıyor. Bazıları da tutup “Basın ahlâkı” gibi yâveler savuruyor. Kimileri de “Etik başka, moral daha başka” deyû moral'ı ahlâk'la karşılayıp diğerini aynen bırakmayı yeğliyor. Biz de böylelikle moral buluyoruz.
Kavramına sahip olmadan bu düzeydeki bir sözcük tartışmasından ne kadar sağlıklı bir sonuç elde edebiliriz?
Etik Yunanca, moral Latince, ahlâk ise Arapça kökenli. Ahlâk'ın kendisinden türediği 'hulk' ise -hadi ayrıntılarına girmeyelim- kısaca 'huy' demek.
Bu durumda “basın etiği”, “meslekî etik” gibi yakıştırmalar ne kadar yanlışsa, “basın ahlâkı” gibi tabirler de -hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki- o kadar yanlıştır.
Kişinin ahlâkından söz edebiliriz ama meselâ gazeteciliğin (gazetecilerin), doktorluğun (doktorların) veya herhangibir meslek grubunun ahlâkından söz edemeyiz. Çünkü ahlâk, esas itibariyle kurumsal/toplumsal değil, kişiseldir.
Kişisel davranışlar (davranış kuralları) için 'ahlâk' sözcüğünü kullandığımıza göre, niçin “toplum ahlâkı”, “topluluk ahlâkı” gibi terkibler kullanmayalım? Öyle ya, gazeteciliğin etik/ahlâk kurallarından söz etmenin ne sakıncası var?
“Istılahta münakaşa olmaz!” diye bir kaide vardır; yani terimlerde -o terimler tanımlandığı sürece- tartışmak faydasızdır. Önemli olan, terimin hangi kavrama/mefhuma karşılık geldiğidir. “Ben bu terimi şu anlamda kullanıyorum” dediğiniz takdirde, muhatabın terimin değil, ancak kavramın isabetsizliğine itiraz etme hakkı vardır. Belirtmem gerekirse, benim itirazım da 'ahlâk' teriminin anlam alanının genişletilmesiyle ilgili değil. Bilâkis ilgili kavrama karşılık olarak kullanılan çok değerli bir kelimenin/terimin unutulmasıyla ilgili: 'âdab' (tekili: 'edeb').
Bir zamanlar kişilerin davranışlarıyla, davranış kurallarıyla ilgili olmak üzere nasıl 'ahlâk' terimi kullanılıyorsa, toplulukların ve toplumların davranış kurallarıyla ilgili olarak da 'âdab' terimi kullanılırdı; meselâ herhangibir meslek grubunun (topluluğun) ahlâkından değil, âdabından söz edilirdi. Dil bilincimiz silindi. Tasavvurlarımız unutuldu. Biz bizi unuttuk. Dilimizden, o güzelim “âdab-ı muaşeret” gitti. (Yerine, şayet “sosyete etiği” gibi bir ucube gelirse şaşırıp da bari “ahlâk-ı ictimaî” diye bir diğerini siz icad etmeye kalkışmayınız.)
Akıl ile zekâ, yürek ile gönül, ahlâk ile âdab sözcüklerini birbiri yerine kullandığınızda size karşı çıkmam. Çaresiz, “İşte, gündelik dilin cilveleri!” deyip tebessüm ederim. Lâkin yine de zihnime, “konuşuyor ama düşünmüyor” yargısının düşmesini engelleyemem.
Ah bir bilseniz, Türkçe, dile öyle nazlı, öyle cilveli, öyle işveli düşüyor ki!