SİZİN TÜRKÇENİZ HANGİSİ?
Tacettin Şimşek
Mekânı gerçek anlamda fethetmenin yolu ona ad koymaktan geçer. Böylece onu sahiplenmiş olursunuz. Ve asıl fetih, dille yapılan fetihtir. Eşyayı ve dış dünyayı sözcükleriyle kendi millî rengine boyamaktır.
Anadolu coğrafyasına bu dikkatle bakıldığında köy, ilçe, il gibi yerleşim merkezleriyle ova, vadi, dağ, tepe, ırmak, deniz, göl gibi coğrafî unsurları adlandırmada çok duyarlı ve gayretli olduğumuz söylenebilir mi? Özellikle küçük yerleşim merkezlerine Türkçe adlar koyma konusunda hangi çizgideyiz? Herhangi bir mekâna ad koymakta ya da herhangi bir mekânın adını değiştirmekte çok başarılı olduğumuz söylenebilir mi? Başarısız olduğumuz örnekler varsa, bunu tembellikle açıklamak ne ölçüde mümkündür?
Bizce bunun inançla ve mizaçla ilgili sebepleri vardır. Dünya görüşümüz ve kişilik özelliklerimiz mekânı adlandırmamızda belirleyici rol oynar.
a. Dünyayı fani/geçici/değersiz/temelsiz/misafirhane ilân etmiş olmamız, onu adlandırma, dolayısıyla sahiplenme konusunda kayıtsız kalmamıza yol açmış olabilir.
b. Millî kimliğimizin önemli bir ögesi olan hoşgörümüzden dolayı, bizden önce mekâna ad koymuş olanlara saygısızlık olmasın diye, mevcut adları sürdürme yoluna gittiğimiz de söylenebilir.
Şüphesiz, bunlar birer sebeptir.
Şüphesiz, bunlar birer sebeptir.
Seksen bir il, yaklaşık bin ilçe ve kırk bine yakın köye bu dikkatle bakıldığında, özellikle küçük yerleşim merkezlerinin hâlâ Türkçe olmayan adlarla anıldığı görülür. Adlar sonradan Türkçeleştirilmiş olsa da, sözlü kültürde eski adlarıyla yaşamaya devam eder. Bunu nasıl açıklamalı? “Alışkanlıklar demirden gömlektir.” şeklindeki Çin atasözüyle mi? Bir adım ilerisi kimlik bunalımı ve reddimiras çılgınlığıdır. “Kapadokya” çarpıcı örneklerden yalnızca biridir.
Aynı özensiz tavır, şirket ya da iş yeri kuran, ticarethane açan insanlar tarafından da tekrarlanmaktadır. Girişimci insanlarımız, bu konuda bilinçli bir davranış sergilemekten hayli uzaktır. Kimi iş yeri sahipleri, anlamını bilmediği ama moda olduğunu düşündüğü sözcük ya da söz öbekleriyle iş yerlerini adlandırmayı tercih etmektedir. Bir sözcüğün bir dükkâna ad olabilmesi için, yalnızca kulağa hoş gelmesi bile yeterli olmaktadır. Sözcüklerin anlamı üzerinde düşünülmediği gibi kökeni konusunda bir araştırmaya da ihtiyaç duyulmamaktadır. Bu görüntünün oluşmasında öncelikle dil bilincinin eksikliği; ardından özenti, züppelik, hayranlık vs. gibi bir sürü neden sayılabilir.
Nedenleri tartışmadan sonuçları yargılamak ne ölçüde isabetli olur? Sadece bu konuda bile bir şeyler yapmanın vakti gelmiştir, geçmektedir.
Seyrettiğiniz televizyon kanalının logosuna, yürüdüğünüz caddeye, alışveriş yaptığınız dükkânın tabelâsına, taktığınız kravatın arkasına, giydiğiniz gömleğin yakasına, bindiğiniz aracın yanına yöresine bu dikkatle bakar mısınız? Batı dillerinden alındığı izlenimi veren binlerce sözcük... Giyimde Benzoni, Corroni, Torpedo, Zingaro; mobilyada Bellona, Mobello; yiyecekte Tadelle, Alpella gibi onlarca marka İtalyancaya benzetilerek uydurulmuştur. Bütün bu sözcüklerin anlamını İtalyanca-Türkçe bir sözlükte bulmak imkânsızdır. Bir o kadar da İngilizce marka sayılabilir. “Kafe”ler, “internet kafe”ler, lokantalar, güzellik salonları, hazır giyim mağazaları neredeyse yabancı ad koymayı geleneğe dönüştürdüler.
Hastalığı teşhis etmek yetmez. Sıkı bir tedavi için toplumsal bilinçlenme faaliyetlerine ihtiyaç vardır. “Neler yapılabilir?” sorusuna hepimiz cevap aramalıyız.
Bir gazete manşeti, bir bez afiş, bir kitap adı, reklâm panosundaki bir ilân metni hepimizi ilgilendirmeli, rastladığımız dil yanlışlarını düzeltmek hepimizin vicdanî sorumluluğu olmalı. Türkçeyi kötü kullanan yazarlar, çok satanlar listesine girmemeli; sunucular ekranlarda boy göstermemeli. İş yerlerine çalışma ruhsatı almak için belediyelere başvuran girişimciler, Türkçe ad koymadıkları takdirde eli boş dönmeli. Mevcut iş yerleri ad değiştirme konusunda uyarılmalı, gerekirse yaptırımlar uygulanmalı.
Sivil toplum kuruluşları dil bilincini uyandırmaya yönelik kampanyalar düzenlemeli. Meselâ yerel ve ulusal basınla televizyon kanalları titizlikle izlenerek olası Türkçe yanlışlarına dikkat çekilmeli.
Her yılın sonunda Türkçeyi en güzel kullanan köşe yazarlarıyla televizyon sunucularına Türkçeye hizmet ödülü verilmeli.
Yazılı ve görüntülü iletişim araçlarında Türkçeyi kötü kullananlar tespit edilip siyah kurdele ile cezalandırılmalı.
Televizyon ekranlarında Türkçe bilincini geliştirmek üzere filmler, belgeseller, çizgi filmler yayımlanmalı.
Televizyon ekranlarında Türkçe bilincini geliştirmek üzere filmler, belgeseller, çizgi filmler yayımlanmalı.
Devlet Tiyatroları ve özel tiyatrolarda Türkçe bilincini geliştiren, Türkçe sevgisini pekiştiren oyunlar sahnelenmeli. (2004 yılında Erzurum’da sahnelenen ve Türk Dil Kurumu tarafından Onur Ödülüne lâyık görülen “Türkçem Eyvah!” adlı oyun buna örnek verilebilir.
Türkçeye hizmet eden Ali Şir Nevaî, Kaşgarlı Mahmud, Yunus Emre, Âşık Paşa, Karacaoğlan, Şemsettin Sami, Yahya Kemal, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin gibi tarihî ve edebî şahsiyetleri anma programları hazırlanmalı, konulu filmler çekilmeli.
Her şehrin bütün caddelerindeki iş yeri adları tespit edilmeli; Türkçe olmayan adlar konusunda ilgililer uyarılmalı. Belediye meclislerinde karar alınmalı, iş yerlerine açılış ruhsatı verme şartları arasına Türkçe ad koyma zorunluluğu eklenmeli. (Türk Dil Kurumu’nun, bu bilinci ortaya koyan belediyeleri ödüllendirmesi, teşvik açısından son derece önemlidir.)
Maddeler çoğaltılabilir. Ancak önemli olan kural koymak değil, kuralları uygulamaktır. Sorunlarımızın hatırı sayılır bir bölümü, kanun ve kuralların yetersizliğinden değil, uygulamalardaki aksaklıklardan, kayıtsızlıklardan, keyfîliklerden ve baştan savmalardan kaynaklanmaktadır.
Bunun bugüne ait değil, yüz elli yıllık bir sorun olduğunu düşünmek ve acil çözümler üretmek durumundayız.
Sırası gelmişken kendimizi sigaya çekmek için Arif Nihat Asya’nın yaklaşık kırk yıl önce yazdığı bir yazıyı hatırlayalım.
Sırası gelmişken kendimizi sigaya çekmek için Arif Nihat Asya’nın yaklaşık kırk yıl önce yazdığı bir yazıyı hatırlayalım.
Bayrak şairimiz, “Türkçe” başlıklı yazısında, bizim tespit ve tasnifimize göre, yirmi bir türlü Türkçeden söz eder. Farklı meslek dalları ve ilgi alanları çevresinde oluşan bu yirmi bir çeşit Türkçeyi şöyle gruplandırmak mümkündür:
1. Berberlerin ve saç meraklılarının Türkçesi: Alâgarson, ondüle, şampuan, briyantin, favori, bigudi vs...
2. Elektrikçilerin Türkçesi: Priz, duy, parazit, bobin, anten, hoperlor, kontör vs...
3. Siyasacıların Türkçesi: Parafe, ataşe, pakt, ültimatom, referandum vs...
4. Basın ve yayın adamlarının Türkçesi: İtalik, broşür, fasikül, bülten, antet, manşet, anket vs...
5. Eğlence âlemlerinin Türkçesi: Piknik, suare, kavalye, dam, gala, flört, angaje, gardenparti, kokteylparti vs...
6. Maliye ve ticaret adamlarının Türkçesi: Firma, kalite, fiş, prim, standard, patent, limited, enflâsyon, deflâsyon, eşantiyon vs...
7. Tahsil (öğretim) kurumlarının Türkçesi: Doçent, laborant, bröve, lisans, asistan, branş, kurs, burs, paralel, terim vs...
8. Şimendifercilerin (Trencilerin/Demiryolcuların) Türkçesi: Marşandiz, rötar, bagaj, şeftren, restoran, peron, vagon, gişe, büfe, ray, dray vs...
9. Şoförlerin Türkçesi: Vites, egzos, karoseri, taksi, klâkson, direksiyon, patinaj, viraj vs...
10. Mühendis ve mimarların Türkçesi: Karkas, puvantör, şantiye şefi, lojman vs...
11. Şehircilik ve belediyecilik Türkçesi: Hol, parsel, tretuvar, bulvar, kanalizasyon, pasaj vs...
12. Büfelerin, ziyafetlerin ve çilingir soflarının Türkçesi: Grado, dömisek, kokteyl, duble, fondip vs...
13. Hekimlerin, eczacıların, hasta bakıcıların Türkçesi: Pansuman, kompres, kontgut, gonokok, sifilis, kriz, doz, tüberküloz, konsültasyon, klinik, poliklinik, vizite, reçete vs...
14. Modern evlerle bahçelerin Türkçesi: Plâtform, teras, veranda, gardrop, etajer, tuvalet, konfor, möble, şömine, antre, vazo, biblo, lavabo vs...
15. Sporcuların Türkçesi: Profesyonel, amatör, lig, fikstür, final, rövanş, puan, kort, tramplen, pist, stad, stadyum, hipodrom, kroşe, turne, raund, nakavt vs...
16. Fotoğrafçıların Türkçesi: Kamera, ekran, artistik, rötüş, flû, plâk, şasi, gren, enstantane, küvet, deklânşör, diyafram, poz, pozitif, negatif vs...
17. Bobstillerin Türkçesi: Monşer, pardon, milpardon, dakor, helo vs...
18. Giyim kuşam âleminin Türkçesi: Eşarp, kapüşon, kimono, pompon, krepon, korse, kruvaze, kolye, dekolte, telâ, vidalâ, krokodil, stil, krepsaten, riviyer, süeter, şoset, tuval, vuval, külot, bot vs...
19. Alafranga geçinen lokantaların Türkçesi: Porsiyon, şatobriyan, alârüs, rozbif, alâkok, ordövr, marmelad, krema, omlet, kotlet vs...
20. Onun bunun Türkçesi: Matine, paratoner, boy, fan fin fon...
21. Sinemalarda yetişen neslin Türkçesi: Kaman Coni, grav grav vs...
Yirmi ikinci Türkçe Arif Nihat Asya’nın Türkçesidir. Şair/yazar, sözlerini şöyle bitirir: “Fakat ben seni arıyorum... Söyle, sen nerdesin, ey benim Türkçem; benim kayıplara karışmakta olan zavallı Türkçem!” (Arif Nihat Asya: Kubbeler, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1976, s.156-158)
Kırk yıl önce/kırk yıl sonra, Arif Nihat’la aynı arayış içindeyiz: Yirmi ikinci Türkçenin peşindeyiz.
Söyler misiniz lütfen, sizin Türkçeniz hangisi?
Söyler misiniz lütfen, sizin Türkçeniz hangisi?