Dil VE Anlatım HOŞGELDİN...!

DOĞRU YAZALIM, DOĞRU KONUŞALIM

 
Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR
 
Duygularını öğrenmek üzere birine uzatılan mikrofona verilen cevap genellikle “Ne diyeyim, mutluyum, yani...” biçiminde sürüp gidiyor.

Toplumun her kesiminde bu tıkanıklığı, anlatım yetersizliğini görmek mümkün. Kelimeler, sık sık tekrarlanıyor; bilinen anlamlar dışında kullanılıyor; söz dağarcığı iyice daralmış. Batı kökenli kelimelere teslim olanlar ise anlaşmayı, iletişimi büsbütün çıkmaza sokmuş.

Bu durum, alanla ilgili kimselere sorulduğunda verilen cevaplar genellikle kitap okuma alışkanlığının zayıfladığı yolundadır. Televizyonlarda verilenlerle yetinip kalmayı da buna ekleyelim. Bu gerçeğin yanı sıra sosyal hayattaki değişmelerin bu olumsuz durumda etkileri olduğunu unutmamamız gerekir. Kullanılan araçlar, tüketilen ürünler, yeni yeni oluşan davranış biçimleri, değişen değer ölçüleri dili dar bir boğaza sürüklemektedir. Bu değişmelere karşı koyamayan dilimiz, bir yandan yozlaşmaya bir yandan da başka dillerden sür’atle kelime almaya başlamıştır.

Her zaman “Dili canlı tutan, geliştiren yazarlardır, şairlerdir, sanatçılardır.” deriz; deriz ama ne yazık ki ne yazar ne sanatçı ne şair ve ne bilim adamı bu soruna yeterince eğilir. Batıdan gelen kelimelere ilk defa kucak açan bilim adamlarımız, köşe yazarlarımız, radyo ve televizyonlarımız oluyor. Onları ulu orta kullanmakta hiçbir sakınca görmüyorlar.

Zengin kelime kadrosuna sahip İstanbul Türkçesinin inceliklerini yansıtan romanlarıyla, hikâyeleriyle, şiirleriyle koskoca bir Cumhuriyet Dönemi edebiyatının ürünleri okunmaz olmuştur.

Devletin, milletin parasıyla bir sayfası İngilizce bir sayfası Türkçe yayımlanan dergileri gören yok! Televizyonlardaki program adlarını yabancı kelimelerle dolduranlar, bu duruma bir sorun olarak bakmıyor ve bunu “globalleşme, Avrupa ile bütünleşme” olarak değerlendiriyorlar.

Kısaca çizmiş olduğumuz bu tablo içinde yukarıda sözünü ettiğimiz “Ne diyeyim, mutluyum, yani...” diyen, duygularını ifade edecek sözler bulamayan vatandaşımızı da kınamamak gerekiyor.

40–50 yıl öncesine giderek; bir romanın rastgele bir iki sayfasını okuyalım; bir gazetenin sayfalarına göz atalım; bir Türkünün sözlerine kulak verelim; bir filmin birkaç sahnesini izleyelim... Nerede o zengin anlatımlar!...

Şu kışlanın kapısına mail oldum yapısına diye sürüp giden Türküdeki mail, sözlüklerdeki “eğilmiş, eğik” anlamında değildir. Bu söz mail olmak biçiminde, “hayran kalmak”, “gönlünü kaptırmak” anlamında Türkçede ayrı bir yer tutmuştur. Günümüzde anlamsız, kuru sözlerle doldurulmuş müzik parçalarını dinledikçe insan irkiliyor. Bir de bundan yıllarca önce yazılmış şu şarkı sözlerini okuyalım: Akşamı getiren sesleri dinle / Dinle de gönlümü alıver gitsin.

O yıllarda çeşitli duyguları ifade eden sözlerden birkaçına bakalım.

Takdir, minnettarlık gibi bir duyguyu ifade etmek için kullandığımız sağ ol sözü bereket canlılığını hâlâ koruyor. Bunun yanı sıra kullanılan eksik olmayın, ne yazık ki giderek unutulmaktadır.

Bir ağırlama sözü olan hoş geldin yanında sefa geldin, sefalar getirdin sözleri ve bunun karşılığında söylenen sefalar bulduk deyimi artık pek kullanılmıyor. Bunun gibi başımla beraber sözünü de duymaz olduk. Ayrılıp gidene uğurlar olsun demek ne güzel bir dilektir.

Bir ailedeki ölüm olayı üzerine başın sağ olsun diye taziyede bulunuyoruz. Bu durumda da söylenecek sözlerin pek çoğu unutulup gitti. Hepsi anlamlı, ince ifadelerdi. Allah, o yattıkça size ömürler versin.

Üstüme iyilik sağlık sözünü duyunca “Ne, ne dedin, bir daha söylesene!” diyen gençlere rastladıkça olayın ulaştığı boyutu daha iyi değerlendirebiliyorum. Harcıâlem bir şey derken, harc-ı âlem diye tamlamayı açmak, bu sözün “Hiçbir özelliği olmayan, basmakalıp, âlemin bildiği, kullandığı” anlamına geldiğini söylemek zorunda kalıyorum.

Yarım ağızla kabul etti. Usta bir hırsız gibi ne yapıp yapıp ev sahibini bastırır. Hanidir yüzünüzü görmekten mahrum kaldık. Üzerinize afiyet, biraz rahatsızım gibi anlatımlara boş gözlerle bakanlar, dudak bükenler var.

Bazı doğu kökenli kelimelerin yerine geçebilen ne güzel kullanımlar var. Yangının başka yerlere “sirayet etme”sini yazar, şöyle ifade ediyor: Yangın arka taraftaki sokağa kol salıyor.

Romancıya biraz daha kulak verelim.

-“Kenarın dilberi nazik de olsa nazenin olmaz! dedi. Ne olacak sonradan görme. Hamamcı Osman Efendinin karısı olacağını rüyasında görse hayra yormazdı. Ben, onun pasaklı pasaklı aramızda gezdiği zamanı da bilirim, şimdi karnı doydu. Kılığı adama döndü ya, elbette kibirlenecek...”

Deyimlerle, söz kalıplarıyla işlenmiş bu canlı ve renkli anlatımı artık duymak zor.

“Osman Efendi vergili adamdır.”

Cömert, eli açık kelimelerinin yakın anlamlı biçimi olan vergili sözü de kullanılmaya kullanılmaya unutuldu. Acaba Fransızca kökenli bonkör mü onu bize unutturdu?

Dile, anlatıma zenginlik katan bir başka unsur dualardı. Ne yazık ki bu gönül okşayan, iç açan, ferahlatıcı sözler de artık duyulmaz oldu.

Allah ömrüne ömür, kesene para bereketi versin.

Eskiden anlatımı güçlendirmek için bazı vecizeler, vezinli kafiyeli sözler kullanılırdı. Ziya Paşa’nın terkibibendinden dizeler söylenirdi. Bir atasözü ile anlatım kısaca özetlenirdi. Gördüğüm kadarıyla bu yollar da tıkandı.

Sev seni seveni hâk ile yeksan olsa; sevme seni sevmeyeni Mısır’da sultan olsa!

Bu tür güçlü anlatımlar, görüldüğü gibi toplumun, belleğine yerleştirdiği bazı söz kalıplarıyla, vecizelerle sağlanıyor.

“Lâkin bir kere sürçen atın başı kesilemeyeceği gibi bir defa Şeytan’a uyup günaha giren Allah’ın kulunu da köpek gibi kapı dışarı etmek, efendilik şanına lâyık değildir.”

Atasözünden yararlanıp inandırıcı bir anlatım elde edilmeye çalışılıyor.

Küçümseme, kızgınlık eskiden şöyle dile getirilirdi:

-Iııh! Dedi; yaban ördeği, kendini kuştan mı sayıyor. Lâf etmiş balkabağı! Lâkırdı kıtlığında asmalar budayayım diye buna derler!

Derlediğim daha pek çok örnek var. Ne oldu bu sözlere? Hayıflanmamak elde değil.

Nereden nereye geldik! Bugün muhabirimiz kar yağıyor yerine kar düşüyor diyor. Politikada sıcak günler yaşanıyor. Olaya sıcak bakılıyor.

Bugün hayranlıkla seyredilen yerli filmlerden bir örnek vererek sözümüzü bitirelim.

—Lân Memet

—Ne baba?

—Ne denmez ulan, eşşekoğlueşşek!

Yakışıksız bulduğumuz bu karşılıklı konuşmayı “Burada bir ders, eğitici bir yön vardır.” diye savunan çıkarsa şaşmam
 
 
Bugün 16 ziyaretçi (33 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol